Bugünkü bilimin doğup geliştiği Avrupa üniversiteleri cazibesini
kaybetmiş ve Amerikan üniversitelerinde sıkça rastlanan
“buluş” alanında da çok fakirdir. Artık, yeterince öğrenci
gelmediği için hükümetler ve toplum nezdindeki konumlarını
kaybetmektedirler. Avrupa üniversiteleri bunu farkettiler ve bir
reform yapmaları gerektiğine karar verdiler.Türk Üniversitelerinin
de üye olduğu Avrupa Üniversiteler Birliğinin başlattığı
reform sürecinin en önemli özellikleri arasında şunları sayabiliriz:
Öğrenci merkezli eğitim, üç aşamalı eğitim (lisans, yüksek
lisans, doktora), araştırmacı niteliğin güçlenmesi, uluslararasılaşma,
hayat boyu eğitim. Tüm bunlar, üniversitelere hayat
vermek, önemkazandırmak, vazgeçilmez olduğunu göstermek
için uygulamaya kondu.
Ülkemizde artık, üniversiteler önündeki yığılma azalmakta;
öğrencinin talep etmediği programlar artmaktadır. Türk üniversiteleri
de, üniversite sayısının yani, arzın artmasına da bağlı olarak
pozisyon kaybetmeye, değer yitirmeye başlamıştır. Gerekli
düzenlemeler, değişiklikler yapılmazsa, sanayici ve iş dünyası
ihtiyacı olan nitelikli elemanı, arzuladığı donanımda kendisi
yetiştirecektir. Araştırma alanında da Türk üniversiteleri yeterli
gayreti göstermemiş, olması gereken düzeyi yakalayamamıştır.
Kuruluşlar kendi ar-ge merkezlerini kurmaya başlamışlardır.
Öte yandan, başta sağlık olmak üzere üniversitelerin verdiği
hizmetleri yüklenen pek çok kurum ve kuruluş üniversitelerin
vazgeçilmezliğini azaltmaktadır.
Tüm bu olumsuz görünümün ortaya çıkması ve yılların boşa
heba edilmesinin en önemli sebepleri, ikinci öğretim, rekabetsizlik,
özlük haklarının yetersizliği, ünvan ve kadro garantisidir.
Hazırlanan yeni yüksek öğretim yasasında, öğretim üyelerini
motive edecek, nitelikli eğitim ve bilimsel araştırmalara yöneltecek
düzenlemeler yer almalıdır.Bazı önerileri sıralıyayım:
Öğretim üyesi ünvanlarını, kişi sadece o kadroda bulunduğu
zaman kullanabilmelidir. Profesör ve doçent kadroları, bir bölümün
ya da anabilim dalının öğrenci sayısı, araştırma kapasitesi
ve hitap ettiği nüfus büyüklüğü dikkate alınarak belirlenmeli,
bu kriterler değiştiğinde bu kadrolar arttırılabilmelidir.Yardımcı
Doçent kadrosu sözleşmeli olmalı ve bu kadro sayısında sınırlama
olmamalıdır. Bazı programlarda öğretim üyesi sayısı az
ve ülke ihtiyacı için ikinci öğretim kaçınılmaz olacaksa, bazı
öğretim üyeleri için sadece ders vermekle sorumlu kılacak bir
tanımlama yapılabilir.
Öğretim üyelerinin yüksek lisans ve doktora öğrencisi danışmanı
olabilmesi için bazı akademik faaliyetler ön koşul olarak
belirlenebilir. Ünvan almada lisansüstü öğrenci sayısı da bir
ölçüt olarak konmalıdır. Öğretim üyelerinin ücretlendirilmesinde
sabit bir ödeme dışında, eğitim, araştırma, toplumsal hizmet alanlarındaki performans ölçümlerine dayalı ek ve
kademeli bir ödeme getirilmelidir.
Üniversite Senatoları. YÖK’ün belirlediği ihtiyaçlar ve kriterler
bağlamında program açma ve kontenjan belirleme yetkisine
sahip olmalıdırlar. Üniversitenin mekan ve akademik-idari personel
durumunu Senatolar YÖK’ten daha sağlıklı olarak bilirler.
Üniversiteye finans desteği sağlayacak dernek veya vakıfların
kurulması ve işleyişleri kolaylaştırılmalı, üniversitenin akademik
olmayan gelir getirici birimlerini (sosyal tesisler gibi)
işletmelerine imkan tanıyacak yasal düzenleme yapılmalıdır.
Üniversitelerin bu gibi kendi kaynağını sağlama yollarının yasal
zemini oluşturulmalıdır.
Üniversitelerin eğitim ağırlıklı veya araştırmacı olarak nitelenmeleri
yasal bir ayrım değil, yıllar içinde ortaya çıkmış belirginleşmelerdir.
Gerek araştırma alt yapılarının gelişmiş, gerekse,
akademik personelinin yetkinliğinin yüksek olması, araştırmacılığı
ağır basan üniversitelerin, halihazırda, destek fonlarından
en fazla pay almalarını sağlamaktadır. Hayatta böyle bir gerçeklik
varken bir de, bu gelişmiş üniversitelerin “araştırmacı
üniversite” olarak ayrıcalıklandırılıp ek ar-ge desteklerinden
yararlandırılmaları diğer üniversitelerin araştırma yapmalarını
imkansız hale getirecek ve gelişmelerini önleyecektir. Öte yandan
daha yeni üniversitelerde kurulmuş olan araştırma merkez
veya laboratuarlarının atıl kalmasına yol açacaktır. Elbette, bazı
devlet kurumları ihtiyacı olan araştırma veya önemli bir araştırma
merkezi için araştırmacı yönü ağır basan bir üniversiteyi
seçecektir. Ancak, genel ar-ge fonlarının bazı üniversitelere
münhasır kılınması doğru değildir.
Açık Öğretim mi, Uzaktan Öğretim mi?
Bugünkü haliyle mevzuatta, “açık öğretim” ve “uzaktan eğitim”
kavramları kullanılarak farklı yöntemler gibi sunulmaktadır.
Oysa, her iki adlandırma da aynı araçları kullanan ve örgün
olmayan eğitimleri nitelemektedir. 2547 Sayılı Kanununun 43.
maddesinin c bendi bütün yükseköğretim kurumlarına “açık
öğretim” yapma hakkını tanımasına rağmen, halihazırda bu hak
sadece üç üniversiteye verilmiştir. Öte yandan, bütün dünyadaki
örneklerinden farklı olarak, Türkiye’de fakülte düzeyinde
yapılanma tercih edilmiş ve tek bir fakülte her türlü diplomayı
verebilir hale getirilmiştir. Bu durum, ilgili alanda uzman öğretim
üyesine sahip olmadan hizmet alımı yoluyla gerçekleştirilen
bir eğitimin yaygınlaşmasına yol açmıştır.
Avrupa Birliği ve UNESCO’nun güncel bilgiye erişim hususunda
geliştirmiş oldukları “Life Long Learning - Hayat Boyu Öğrenme”
stratejilerinin merkezinde de uzaktan öğretimi görmek mümkündür.
UNESCO’nun 2005 yılında yayımladığı çalışmada, geniş kitlelere ulaşmada, küresel ölçekte bilgi birikimlerine erişimde
ve bireylerin gelişimlerini sağlayarak ekonomilere katkı sağlamalarında
bilgi iletişim teknolojilerine dayalı uzaktan eğitimin
ne denli stratejik bir yaklaşım olduğu tartışılmaktadır (UNESCO,
2005). Çalışmada ABD, Çin, Hindistan ve diğer birçok ülkede
uzaktan eğitim sistemi ile yüzbinlerce insana daha ekonomik
bir şekilde istenilen eğitime erişim fırsatı verildiğine dikkat
çekilmektedir.
Günümüzde, Türkiye’de, uzaktan eğitim, 50 öğrenci kontenjanını
geçmeyen ve mutlaka eş zamanlı (senkron) yapılması gereken
bir eğitim şeklinde kabul edilmekte ve uygulanmak istenmektedir.
Bu yaklaşım çağdaş, farklı bir eğitim-öğretim tasarımı
yapmaya engel oluşturmaktadır. Öğrencileri belki sınıfta değil
ama, belirli yerlerde belli saatlerde bulundurma zorunluluğu
getirmektedir. Yani, uzaktan öğretim, vazgeçilmez niteliği olan
“zamandan ve mekandan bağımsız olma” niteliği yok edilmektedir.
Öğretim tasarımı modelleri, ilgili literatür, alan uzmanlarının
görüşleri incelendiğinde,“uzaktan eğitim=senkron eğitim”
görüşünün uzaktan eğitim tanımına ve felsefesine uymadığı
rahatlıkla görülecektir. Diğer yandan,açık öğretim adlandırması
ile ise, 5-10 bin veya sınırsız kontenjanlı programlar uygulanmaktadır.
Yıllardır kitap-sınav anlayışıyla gerçekleştirirlen “açık
öğretim”, çağdaş bilişim imkanlarının tüm çeşitleri kullanılarak
uygulanan “uzaktan öğretim”den daha ayrıcalıklı konumda
tutulmaktadır.
Uzaktan Eğitim Merkezleri mevcut halleriyle sinerjik çalışan ve
ortak projeler üreten merkezlerdir. Ancak, halihazırdaki mevzuatla,
bu yapı giderek yerini bürokratik ve hantal bir işleyişe bırakacaktır.
Böylece proje bazlı çalışma mantığı ortadan kalkacak
ve Merkezler orta vadede devre dışı kalacaktır. Diğer taraftan,
yüzyüze eğitimde bile 820’ye ulaşan kontenjanlar verilirken,
uzaktan eğitim programlarının 50 kontenjan ile sınırlandırılmasının
en anlaşılır sonucu, bu eğitimin mali olarak yürütülmesinin
mümkün olamayacağıdır. Böylece, Üniversiteler, kısa
süre içinde uzaktan eğitimden uzaklaşacak; çağdaş öğretim
tekniklerinden yararlanma ihtiyaç ve iştiyakları ile zaten tam
olmayan uluslar arası rekabet gücü iyice zayıflayacaktır.
Öneriler:
Uzaktan eğitim konusunda, her üniversitenin fırsat eşitliği
prensibi çerçevesinde serbestçe rekabet edebileceği ortam ve
mevzuat oluşturulmalıdır.
Yükseköğretim diploma ve sertifikasyon programları Türkiye’de
faaliyet gösteren bütün üniversitelerde ve akademik birimlerde
(Fakülte, Bölüm, Yüksekokul) sadece örgün, sadece uzaktan
(on-line) eğitim ve örgün ile uzaktan eğitimin birlikte kullanıldığı
karma eğitim şeklinde yapılması benimsenmelidir. Bu
programlarda kullanılacak öğretim tasarımları konusunda akademik
birimlere serbestlik tanınması programların etkinliğini
arttıracaktır.
Öğrenci kontenjanları, programın uygulama ağırlığı, öğretim
tasarımı ve diğer özellikleri göz önüne alınarak belirlenmelidir.
Hayat boyu öğrenim kapsamında, çalışanların bilgi tazeleme,
bilgi ve ehliyet arttırma amaçlı sertifika veya diploma sonuçlu
programlarda, öğrenci kontenjanı, öğretim tasarımı ile uyumlu
olarak uzaktan eğitim komisyonu tarafından bir üst sınırla
(örneğin 5-10 bini aşamaz şeklinde) belirlenmelidir.
Yükseköğretim kurumunda, konunun uzmanı (uzaktan eğitim
konusunda doktora yapmış, eğitim bilimleri alanında
deneyimli) kişilerin bulunacağı,uzaktan eğitim ile ilgili
standartları belirleyecek, kararları alacak “uzaktan eğitim
komisyonu”oluşturulmalıdır.
Uzaktan eğitim programlarında öğrenim ücretine ilave olarak,
programın doğasına ve gerektirdiği özel masraflara göre
öğrenciden ücret alınabilmelidir. İlave ücretin miktarının üst
sınırı belirlenebilir.Örneğin, alınacak ilave ücret, öğrenim ücretinin,
ön lisans programlarında bir katı, lisans programlarında
3 katı, yüksek lisans programlarında 6 katından fazla olamaz.
Rektör seçimi, mali özerklik, hesap verebilirlik, şeffaflık,
sorumluluk ve yetki paylaşımı... bunların hepsi elbette çok
önemli. Ama, öğretim üyelerinde akademik ruh, heyecan ve
motivasyon eksik olursa tüm bu yenilenme ve düzenlemeler
hedefine varmaz. Eğitimi etkin kılacak, değerli araştırmaları
gerçekleştirecek olan bu ruh, bu heyecandır. Üniversitelerin
çeşitlenmelerine, daha doğrusu kendi yollarını bulmaları, kendi
kimliklerini hayat içinde kazanmalarına imkan tanınmalı; yasa
buna göre düzenlenmelidir. Ancak, bu tanımlama ve sınıflamaların
bir üst irade tarafından yapılıp gerek mali destekler,
gerek çalışma alan ve yöntemleri açısından bazı üniversitelere
ayrıcalık sağlanması, diğer üniversitelerin hareket imkanlarının
sınırlandırılması yüksek öğretimin gelişimine sekte vuracaktır.
Bırakalım, üniversiteler yarışsınlar; her üniversite kapasitesi,
birikimi ve yetkinlikleri doğrultusunda başarı kazanacak ve öne
çıkacaktır.