Günümüzde ülkeler güçlerini artık sadece nüfuslarından veya
yeraltı -yerüstü kaynaklarından değil; sahip oldukları nitelikli,
donanımlı, eğitimli, vizyon sahibi inovatif insan gücünden
almakta ve küresel aktörler olarak bu güçleriyle ön plana
çıkmaktadırlar. Sosyo-politik konjonktürde ve teknolojide
yaşanan hızlı gelişmeler ülkeler arasındaki fi ziki sınırları pratik
olarak ortadan kaldırmış, özellikle ekonomik anlamda dünya
vatandaşlığı gibi küresel bir kavram gündeme gelmiştir. Sadece
ekonomide değil, eğitimde de uluslararasılaşma kavramı tüm
ülkelerin gündemine girmiş; başta kalite güvence sistemleri
(akreditasyon) ve Bologna süreçleri olmak üzere her anlamda
dünya ile hızlı bir entegrasyon önem kazanmıştır.
21. yüzyılda hızla gelişen bilişim teknolojisi ile birlikte üretimde
değerin kaynağı değişmiş ve ʻsanayi ekonomisiʼnin yerini ʻbilişim
ekonomisiʼ almıştır. Bilişim ekonomisinde, piyasalarda alınansatılan mallar ve üretim artışının öne çıktığı sektörler, marjinal
maliyeti nerede ise sıfıra yakın olan bilgi ürünleri ve sektörü olmuştur
(Meyer & Kirby, 2012). Nitekim teknoloji fi rmaları, artık
dünyanın en büyük fi rmaları olarak ön plana çıkmış, yüzlerce
yıllık geçmişi olan pek çok sanayi devini geçen ciro ve marka
değerleriyle dünya ekonomisinde önemli aktörler olmuşlardır.
Örneğin, 1976 yılında küçük bir fi rma olarak kurulan Apple,
2012 yılına ait 157 milyar ABD doları cirosuyla Türkiye’deki en
büyük 500 şirketin neredeyse toplam cirosuna erişirken, kâr
olarak da 500 büyük Türk fi rmasının kârının 3 katından daha
fazlasını elde etmiştir (Erakkuş, 2013). Yine benzer şekilde dünyadaki
marka değeri en yüksek üç fi rma, sırasıyla 117 milyar
ABD doları ile Apple, 106.9 milyar ABD doları ile Google ve 76
milyar ABD doları ile IBM olarak verilmektedir (Gündüz, 2014).
Bu ve benzeri çalışma alanına sahip ‘Ar-Ge’ ağırlıklı fi rmalarda
büyük bir çoğunlukla beden gücünden ziyade yoğun beyin gücü
kullanan teknik insanların istihdam edildiği görülmektedir.
Günümüzde sürdürülebilir kalkınma ve rekabet edilebilirliğin
temel koşullarından biri nitelikli insan gücüne sahip olmaktır.
Özellikle 2023 vizyonu kapsamında; kişi başı 25.000 ABD doları
milli geliri ile yüksek yaşam standartlarına sahip, dünyanın en
güçlü ilk 10 ekonomisi arasında olmayı hedefl eyen, küresel
ölçekte rekabet gücü yüksek bir Türkiye için yapılması gereken
pek çok şey olmakla birlikte, nitelikli insan gücünün yetiştirilmesi
daha ön plana çıkmaktadır. Bu çerçevede özellikle iş dünyasının
(sanayi, ticaret ve hizmet sektörlerinin) ihtiyaç duyduğu
nitelikli insan gücünün eğitimi ve yetiştirilmesinde mesleki ve
teknik eğitim çok büyük bir öneme sahip olmaktadır. Genel tanımı
içerisinde mesleki ve teknik eğitim, bireysel ve toplumsal
yaşam için zorunlu olan bir mesleğin gerektirdiği bilgi, beceri,
tavır ve meslek alışkanlıkları kazandırarak bireyi zihinsel, duygusal,
sosyal, ekonomik ve kişisel yönleriyle dengeli biçimde
geliştirme sürecidir (Uçar & Özerbaş, 2013). Tanımından da
anlaşılabileceği gibi, insan hayatının hemen her aşamasında
gerekli olacak birçok konuda mesleki ve teknik eğitim almış
elemanlara ihtiyaç bulunmaktadır.
Teknolojideki hızlı değişimler, insan nüfusunun artışı ile birlikte
çeşitlenen ilgi ve gereksinimler, iş dünyasındaki artan rekabet
de dikkate alındığında, ekonomik gelişim ve kalkınma için gerekli
olan nitelikli insan gücü gereksiniminin önümüzdeki süreçte
daha yoğun bir şekilde devam edeceği kolaylıkla söylenebilir.
Bu kapsamda özellikle iş dünyasının ihtiyaç duyduğu iş gücünün
eğitimi ve yetiştirilmesinde mesleki ve teknik eğitim büyük ve
önemli bir yer tutmaktadır (Sarıbıyık, 2013). Eğitimli insan gücü
yetiştirilmesinin en önemli kaynağını oluşturan üniversitelerde
mesleki ve teknik eğitim, dört yıllık mesleki ve teknik eğitim fakülteleri
ve iki yıllık eğitim veren meslek yüksekokulları aracılığıyla
yürütülmektedir. Bunlardan meslek yüksekokulları (MYO),
iş piyasasının ihtiyaç duyduğu ara elemanların yetiştirilmesi
amacıyla kurulmuşken, anılan fakültelerin amacı mesleki orta
öğretim kurumlarının öğretmen ihtiyaçlarını karşılamaktır (Şahin
& Fındık, 2008). Teknik eleman ihtiyacının giderilmesi için
Osmanlı İmparatorluğu’ndan bu yana pek çok çalışma yapılmıştır. Uzun bir süre Lonca Teşkilatı/Ahilik geleneği çerçevesinde
usta/çırak ilişkisi ile devam eden süreç, teknik gelişmeler ve
sanayileşmeyle birlikte yerini mesleki eğitim kurumlarının oluşturulmasına
yöneltmiştir. Örneğin Osmanlı ordularının modern
savaş tekniklerine göre eğitimlerini sağlamak için 18. yy’ın sonlarında
Mühendishane-i Bahri Hümayun ve Mühendishane-i
Berr-i Hümayun okulları açılmıştır (Semiz & Kuş, 2004). 19. yy
sonu ile 20. yy başlangıcında batılı ülkelerdeki yükseköğretim
kurumları örnek alınarak, o dönem ihtiyaç duyulan alanlarda,
teknisyen seviyesinde bilgilere sahip yetenekli ara eleman yetiştirmek amacıyla pek çok mekteb (yüksekokul) kurulmuştur.
Bunlar:
• Mülkiye (1877),
• Hukuk Mektepleri (1878),
• Ticaret Mekteb-i Alisi (Yüksek Okulu) ile Mekteb-i Sanayi-i
Nefi se-i Şahane (1882),
• Mühendis Mekteb-i Alisi (1909),
• Kondüktör Mekteb-i Alisi (1911)
olarak verilmektedir (Şen, 2011). Günümüzde mesleki ve teknik
eğitimin yapıldığı orta öğretim kurumlarının temelini, 1863
yılında Mithat Paşa tarafından Niş’de açılan ıslahhaneler oluşturmaktadır
(Yazgan, 2014). Türkiye’deki ilk meslek yüksekokulu
1974-1975 öğretim yılında Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde
açılmış, daha sonra, 1981 yılında da üniversitelere bağlanarak
Yükseköğretim Kurulu (YÖK) çatısı altına alınmıştır.1
Günümüzde özellikle sanayi, ticaret ve hizmet sektörlerinin
ihtiyaç duyduğu, alanlarında yeterli bilgi ve beceriye sahip
ara elemanların yetiştirilmesi amacıyla kurulmuş olan meslek
yüksekokulları, mesleki ve teknik eğitim sisteminin en önemli
bileşenini oluşturmaktadır. Türkiye’de hala pek çok sanayici/
işadamı tarafından ara eleman teminindeki zorluklar ile mevcut
olanlardaki bilgi, beceri ve tecrübe yetersizliğine vurgu yapan
geri dönüşler alınmaktadır. Bu konuda çok önemli mesafeler katedilmiş olmakla birlikte, hala alınması gereken çok yol olduğu
da bir gerçektir.
Bu çalışmada, sadece Türkiye’de değil, dünyanın pek çok gelişmiş
ve gelişmekte olan ülkesinin yakından ilgilendiği ve önemsediği
ara elemanların yetiştirilmesindeki en önemli eğitim
kurumlarından olan MYO’ların Türkiye’deki mevcut durumu
kısaca gözden geçirildikten sonra, sahip oldukları temel sorunlar
tartışılmış ve bunlara karşı bazı çözüm önerileri verilmiştir.
MESLEK YÜKSEKOKULLARININ MEVCUT DURUMU
ve ÖĞRENCİ PROFİLİ
Türkiye’de 1933 yılında ilk üniversitenin kurulmasıyla başlayan
yükseköğretim sürecinde Nisan 2014 itibariyle gelinen noktada;
devlet üniversitesi, vakıf üniversitesi ve diğer MYO’lar
bünyesinde faaliyet gösteren 184 yükseköğretim kurumu
bulunmaktadır. Bu eğitim kurumlarında görev yapan 141.674
öğretim elemanı; 1.475 fakülte, 621 enstitü, 527 yüksekokul ve
955 MYO’da toplam 5.449.961 öğrenciye eğitim vermektedir.
Türkiye’de faaliyet gösteren üniversiteler ile bünyelerinde yer
alan fakülte, enstitü, yüksekokul ve MYO sayıları Tablo 1’de
verilmiştir.
Tablo 1’den de görülebileceği gibi, Nisan 2014 Yükseköğretim
Temel Göstergeleri’ne göre; devlet üniversitelerine bağlı 854,
vakıf üniversitelerine bağlı 93 ve vakıf MYO’larda 8 olmak üzere
toplam 955 MYO bulunmaktadır. Türkiye’de 1.000’e yakın ilçe
olduğu göz önüne alındığında merkez ilçeler dışında neredeyse
her beş ilçenin dördünde bir MYO bulunduğu söylenebilir. Bu
ilçelerin yaklaşık 1/3’ünün nüfusunun 10.000 ve altıolduğu
dikkate alındığında ise her 3 meslek yüksekokulundan birinin,
on binden az nüfusa sahip bir ilçede yer aldığı ortaya çıkmaktadır.
Nitekim 2007 yılında gerçekleştirilen ʻUluslararası Mesleki
ve Teknik Eğitim Konferansı’nın Yükseköğretimde Uygulama
Ağırlıklı Yeni Açılımlarʼ isimli çalışma grubu raporunda meslek
yüksekokulu sayılarının, ülke genelinde dağılımının il merkezleri,
ilçe ve hatta beldelerde eğitim/öğretim veriyor olmalarının
kalite problemini beraberinde getirdiği sonucuna varılmıştır
(Kuşat, 2014).
YÖK’ün Nisan 2014 istatistiklerine göre devlet ve vakıf üniversiteleri
ile vakıf MYO’larda toplam 141.674 öğretim elemanı
bulunmaktadır. Bunların içerisinde çoğunluğu MYO’larda görev
yapan öğretim görevlilerinin sayısı 20.325 olup, tüm öğretim
elemanı sayısının %14.4’üne karşılık gelmektedir (Tablo 2).
Yükseköğretim içerisinde meslek yüksekokullarında öğrenim
gören öğrenci sayıları Tablo 3’de verilmiştir. Ön lisans, lisans,
yükseklisans, doktora ve sanatta yeterlik eğitimlerini sürdüren
toplam 5.449.961 yükseköğretim öğrencisi içerisinde yer alan
1.750.133 ön lisans öğrenci sayısı (açık öğretim ve uzaktan
öğretim dahil), toplam öğrenci sayısının %32.1’ine karşılık
gelmektedir. Bu, yaklaşık her üç öğrenciden birisinin ön lisans kalitesiöğrencisi
olduğu anlamına gelmekte olup; MYO’ların yükseköğre
tim sistemimiz içinde ne denli önemli bir yer tuttuğunun da
bir göstergesidir.
2012-2013 eğitim-öğretim yılı itibariyle MYO’larda öğretim
üyesi başına 358 öğrenci, öğretim elemanı başına ise 52 öğrenci
düşmektedir (Günay & Özer, 2014). Bu oran Almanya’da 5,
Avustralya’da 8, Belçika’da 10, Japonya’da 9, Kore ve Amerika
Birleşik Devletleri’nde 21, İngiltere’de ise 20 olarak verilmektedir
(Şencan, 2008). Türkiye’de, MYO’larda öğrenim gören
öğrenci sayısı göz önüne alındığında (açık öğretim ve uzaktan
öğretim hariç yaklaşık 800.000 öğrenci), MYO’larımızdaki mevcut
öğretim elemanlarına ek olarak çok sayıda öğretim elemanına
daha ihtiyaç duyulduğu görülmektedir.
Yaklaşık son on yıla ait ön lisans düzeyinde eğitim veren örgün
yükseköğretim programlarının kontenjanları ve yerleştirilen
toplam öğrenci sayıları ile bu programlara sınavsız yerleştirilen
öğrenci sayıları Tablo 4’de verilmiştir
Meslek yüksekokullarına yerleşen öğrencilerin mezun oldukları
okul türlerine göre dağılımları ise Tablo 5’de verilmiştir.
 Büyütmek İçin Tıklayın |
Tablo 5: Türkiye’de Sınavsız ve YGS ile Ön Lisans Programlarına Yerleştirilen Öğrencilerin Mezun Oldukları Okul Türlerine Göre Dağılımı
(2013 ve 2014) |
Tablo 4’den görüleceği gibi son dokuz yılın ortalaması alındığında
kontenjanların yaklaşık %53’ü sınavsız geçiş ile kalanı da YGS
sınavı ile MYO’lara yerleşmiştir. 2013 ve 2014 yıllarına ait okul
türlerine göre yerleşen öğrenci sayılarına bakıldığında (Tablo
5), MYO öğrencilerinin yaklaşık % 35’i lise, Anadolu lisesi veya
fen lisesi mezunlarından oluşmaktadır.
BAZI TESPİTLER ve ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
Mesleki ve teknik eğitimin en önemli bileşenlerinden olan meslek
yüksekokullarının sahip oldukları pek çok sorunlar nedeniyle
Türkiye’nin rekabet gücünün artırılması ve ekonomik büyümesinde
kendilerinden beklenen katkıları ve beklentileri tam
anlamıyla karşılayamadıkları söylenebilir. Bunun birçok nedeni
olmakla birlikte, konunun çok sayıdaki tarafına ve ilgililerine
görevler düşmektedir. Burada önemli olan MYO’ların önemine
inanmak ve yaşanan sorunları titizlikle belirleyip, çözme inanç
ve kararlılığında olmaktır. Bu kapsamda, meslek yüksekokullarında
yaşanan farklı sorunlar dikkate alınarak, bunlara yönelik
bazı çözüm önerileri aşağıda verilmiştir. Ancak belirtilmesinde yarar olan bir husus, sorunların her meslek yüksekokulu için var
olmadığı ve çözüm önerilerin de mutlak olmadığıdır.
1. Meslek yüksekokullarının en temel sorunlarından biri,
meslekî ve teknik ortaöğretim kurumlarından meslek yüksekokullarına
sınavsız geçiş imkânının sağlanmış olmasıdır.
Bu uygulama, meslek yüksekokullarındaki eğitim kalitesini
olumsuz yönde etkilemiştir. Çünkü sınavsız geçiş ile birlikte
meslek yüksekokullarının öğrenci profi li (öğrencilerin bilgi
birikimi ve öğrenim seviyeleri açısından) değişmiştir. Bir
yandan üniversite sınavı ile bir yere yerleşemeyen öğrenciler,
öte yandan hâli hazırda bir kurumda çalışıyor olup
da meslek lisesi mezunu olduğu için sınavsız geçişten yararlanarak
kayıt yaptıran ileri yaştaki öğrencilerden oluşan
heterojen sınıfl ar, derslerin işlenme kalitesini olumsuz bir
şekilde etkilemiştir. Bu bağlamda MYO’larda, eğitimde
niteliği ve başarıyı teşvik etmek, mesleki eğitimin saygınlığını
artırmak için MYO’lara geçiş ve yerleştirme sisteminin
yaşanan sorunları da dikkate alarak gözden geçirilmesi gerekmektedir.
2. 2013 ve 2014 yıllarına ait okul türlerine göre yerleşen öğrenci
sayılarına bakıldığında, MYO’lara yerleşen adayların
yaklaşık %35’inin lise, Anadolu lisesi veya fen lisesi mezunlarından
oluştuğu görülmektedir (Tablo 5). Bu durum,
MYO’ların meslek veya teknik liselerden farklı okullardan
da tercih edilmesi açısından oldukça sevindiricidir. Ancak
belirli mesleklere yönelik nitelikli insan gücü yetiştirme misyonuna
sahip olan MYO’lara, hemen hiç bir mesleki temeli
olmayan öğrencilerin geçmesi kimi durumda öğrencilerde
uyum sorunları oluşturabilecektir. Öğrencilere eğitim başlamadan
alanlarıyla ilgili kısa bir oryantasyon programı
yapılması (öğrencinin ihtiyacının olduğunun belirlenmesi
halinde) yararlı olacaktır.
3. Meslek Lisesi mezunlarının, mezun oldukları bölümlerine
uygun meslek yüksekokulu programlarına sınavsız geçiş
hakları ile birlikte öğrenci sayısı artmış ancak meslek yüksekokullarının
altyapı, mekân (laboratuvar, atölye, derslik
vb.), donanım ile öğretim elemanı gereksinimi aynı oranda
geliştirilememiş, artırılamamıştır. Bu durum eğitim kalitesinin de düşmesine neden olmuştur. Ayrıca teknolojiye paralel
olarak yenilenemeyen özellikle laboratuvar, atölye vb.
fi ziksel mekânlarda yapılan eğitim sonucunda öğrencilerin,
teknolojik gelişmelerden uzak yetişen, dolayısıyla istihdam
edilmeleri beklenen iş dünyasının ihtiyaçlarına cevap veremeyen
ve yeterli olamayan mezunlar olmalarına neden
olmuştur. Meslek yüksekokullarında verilen eğitimde her
türlü eğitim teknolojileri kullanılmalı, ayrıca laboratuvar,
atölye vb. mekanlarda olabildiğince güncel donanımlarla
pratiğe dönük eğitim faaliyetleri sürdürülmelidir. Eğitimde
görsel ve işitsel araçlar, öğrenmenin kalıcı olmasını sağlama
açısından çok önemlidir. Bir öğretme etkinliği ne kadar çok
duyu organına hitap ederse öğrenme (uzun süreli hafızaya
alma) o kadar iyi ve kalıcı olmakta, unutma da o kadar geç
olmaktadır. Öğrenmenin, duyu organları ile olan ilişkisi Şekil
1’de verilmiştir. Buradan da görülebileceği gibi, - genel olarak - insanlar okuduklarının sadece %10’unu hatırlarken,
uyguladıklarının %90’ını hatırlamaktadır.
 Büyütmek İçin Tıklayın |
Şekil 1: Öğrenme etkinliğinin duyu organları ile ilişkisi.
Kaynak: Thalheimer, W., Dale’s Cone of Experience (2006). |
4. Meslek yüksekokullarında giderek büyüyen sorunlardan
bir diğeri de öğretim elemanı teminidir. Bu sorun hem nitel
hem de nicel boyutta önem arz etmektedir. Türkiye’deki
meslek yüksekokullarında öğrenci/öğretim elemanı oranı
2012-2013 eğitim/öğretim yılı için yaklaşık 52 olarak verilmektedir
(Günay & Özer, 2014). Bu durum doğal olarak
öğretim elemanlarının yüklerini artırmakta, kendilerini
başta mesleki olarak geliştirmeleri için yeterli zaman bulamamasına
ve öğrencilerle gerektiği kadar ilgilenememesine
neden olmaktadır. Son yıllarda hemen her ilçeye açılan
yüksekokullarda öğretim elemanı eksikliği çoğu yerde, liselerden
temin edilen ve yarı zamanlı olarak görevlendirilen
öğretmenler aracılığıyla yürütülmektedir.
MYO’larda eğitim veren öğretim elemanlarının dağılımına
bakıldığında, yaklaşık %85’inin öğretim görevlilerinden,
%15’inin de öğretim üyelerinden oluştuğu görülmektedir.
MYO’larda öğretim görevlisi olmak için neredeyse bir fakülte
bitirmek yeterli olabilmekte, hatta yabancı dil koşulu
gerekmediği için aynı üniversitede fakülte veya yüksekokula
araştırma görevlisi olarak bile giremeyen bir kişi, MYO’ya
Türkiye’deki yaygın söylenen şekliyle hoca olarak girip,
bu denli önemli bir misyon yüklenmiş olan ara elemanların
yetiştirilmesi görevini üstlenerek, çalışabilmektedir.
Günümüzde daha fazla özlük hakkından yararlanmak, kamuda
neredeyse ömür boyu garantili bir iş sahibi olmak,
prestijli bir kamu görevine sahip olmak gibi yaklaşımlarla,
MYO’larda öğretim görevlisi olmak tercih edilebilmektedir.
Türkiye’de yüksek lisans ve doktora yapanların sayısının (yeterli
seviyede olmamakla birlikte) hızla arttığı da göz önüne
alınarak, MYO’larda görev yapacak öğretim elemanları için
farklı ek kriterler getirilmelidir.
Bu konuda yapılabilecek en önemli çalışmalardan birisi de,
meslek yüksekokullarında eğitim-öğretim faaliyetlerinin
belli bir kısmının piyasada iş tecrübesi edinmiş uygulamacılar,
usta öğreticiler vb. tarafından yürütülmesinin teşvik
edilmesidir.
5. Türkiye’de son dönemlerde %8-9 arasında değişen işsizlik
oranına karşın, iş dünyasının nitelikli eleman bulma
konusunda yaşadığı zorluklar, işgücü arzı ile işgücü talebi
arasındaki uyumsuzluğa işaret etmektedir. Bu durum mesleki
ve teknik eğitim ile iş dünyası arasında yeterli seviyede
diyalog kurulmadığının veya koordinasyonun eksikliğinin bir
göstergesi olarak da değerlendirilebilir (Günay, 2014). Bu
koordinasyonun sağlanmasında MYO’larda oluşturulan danışma
kurulları önemli bir işlev üstlenecek olmakla birlikte,
başka araçlar da kullanılarak, yeni yöntemler denenmelidir.
Meslek yüksekokullarındaki bölüm ve programlar, mümkün olduğunca bölgesel ve ulusal projeksiyonlar ile istihdam
fırsatları dikkate alınarak açılmalıdır. Doluluk oranı ülke genelinde
örneğin %85-90’dan daha az olan programlar açılmamalıdır.
Ticaret/sanayi odası ve organize sanayi bölgesi,
esnaf kuruluşları ve konuyla ilgili pek çok sivil toplum kuruluşu
ile sıkı bir işbirliği sağlanarak, MYO’lardaki programlar
ile ilgili sektörlerin istekleri ve beklentileri öğrenilerek eşgüdüm
sağlanmalıdır.
6. Meslek yüksekokullarındaki ders programları; dinamik bir
yapıda, yerel, ulusal ve uluslararası iş piyasalarının ihtiyaçları
dikkate alınarak, güncel ve teknolojiye uygun olacak
şekilde gözden geçirilerek düzenlenmelidir. Eğitim süreleri
içerisinde pratik uygulamalar çoğunlukla yeterli olamamaktadır.
Türkiye’de bu konuda özel sektörün katılımıyla
gerçekleştirilen hemen tüm bilimsel etkinliklerde, özel
sektör temsilcilerinin ifade ettiği en büyük ve önemli sorun,
öğrencilerin uygulama eksikliği olarak ifade edilmektedir.
Bu çerçevede öğrencilerin, meslek alanları ile ilgili sektörlerde
ya iki yıl boyunca haftada belirli zaman dilimlerinde
uygulama yapmak üzere bulunmaları veya dört dönem
olan derslerin üç dönemini okulda ders, bir dönemini de
işletmelerde uygulamalı “İşyeri Mesleki Eğitimi” şeklinde
geçirmeleri gibi modeller yaygınlaştırılmalı veya işyeri eği-
timi ağırlıklı yeni modeller uygulamaya konulmalıdır. Bu
tür modeller, öğrencilerin daha mezuniyetleri öncesinde
pratik uygulamaya hakim olmalarını sağlayacağı gibi, mezun
olmadan önce sektörlerinin durumunu ve beklentilerini de
yakından görme ve tanıma fırsatıda verecektir. Söz konusu
uygulamalar, öğrencilerin derslerindeki akademik başarısına,
mesleki öğrenimlerine ve kişisel gelişimlerine olumlu
katkılar sağlayacağı gibi, öğrencilerin daha mezuniyetleri
öncesinde iş bulmalarının da yolunu açabilmektedir (Ala &
Gülmez, 2014).
7. Bazı işletmelerin staj konusunda çok ilgili ve istekli olmadıkları
görülmektedir. Öğrenci stajları önemsenmeli, gereken
özen ve ciddiyette yapılması/yaptırılması için çaba sarf
edilmelidir. Öğrenci stajlarının gereken ciddiyette, verimli
şekilde yapılması için gerekli idari önlemler alınmalıdır.
8. Öğrenciler ve öğretim elemanlarının olabildiğince sektörleri
ile ilgili kurumlar/işletmeler ile sıkı bir işbirliği içerisinde
olmaları sağlanmalıdır. Kurumsal olarak sağlanmış olan
üniversite-sanayi işbirliği ile öğrencilerin derslerinin bir
kısmında veya derslerinin olmadığı zamanlarda, sektörlerindeki
işletmelerde çalışma yapmaları sağlanmalıdır. Bu
ilişki, sadece öğrenciler için değil, yeterli pratik çalışma
(piyasa) deneyimi bulunmayan öğretim elemanları için de
önemlidir.
9. Türkiye’de TÜBİTAK, KOSGEB, İŞKUR, Kalkınma Ajansları
gibi kamu kurumları, mezuniyet sonrasında öğrencilere
kendi işlerini kurmaları için gerekli olan maddi kaynakları
daha öğrenciyken sundukları destek programlarına sahiptir.
Şüphesiz kısıtlı ve koşullu olarak verilen bu desteklerden
yararlanmak çok kolay olmasa bile, pek çok öğrencinin bu
destekleri aldıkları bilinmektedir. Bu ve benzeri destek ve
proje havuzlarının öğrencilere duyurulması, hem onların motivasyonunu artırabilecek, hem de mezuniyetleri sonrasında
işlerini daha kolay kurmalarını sağlayabilecektir.
10. Öğrencileri mevcut piyasa koşullarına göre yetiştirmek,
mesleki eğitimi dünyadaki güncel yenilik ve uygulamalara
göre güncellemek Türkiye ekonomisine büyük bir değer
katacaktır. Bu çerçevede gerek öğretim elemanlarının ve
gerekse de öğrencilerin yurt dışı değişim programları, sempozyumlar,
fuarlar ve teknik geziler yapmaya özendirilmesi
çok yararlı olacaktır. Bu şekilde eğitim almış olan bir öğrenci,
mezuniyetisonrasında sadece Türkiye’de değil, diğer ülkelerde
de istihdam edilebileceği için, bu tür programların
tercih edilebilirliği, dolayısıyla da daha başarılı adayların
meslek yüksekokullarına girmelerine de önemli bir katkı
sağlayacaktır.
2014-2020 yılları arasında uygulamaya konulan Erasmus+
Programı kapsamında, meslek yüksekokullarında öğrenim
gören öğrencilerin; staj, çalışma ziyareti, bir projede yer
almak gibi etkinliklerle Avrupa Birliği fırsatlarından yararlanması
kolaylaştırılmıştır. Özellikle Avrupa Gönüllü Hizmeti
Programı kapsamında, üst düzey nitelikler aranmadan meslek
yüksekokulu öğrencilerinin belli bir amaç doğrultusunda
ve belli bir süre dahilinde herhangi bir Avrupa ülkesine
gitmesi mümkündür. Ayrıca, meslek yüksekokulu öğrencileri
üniversite içerisinde üyesi oldukları öğrenci kulüpleri
ve sosyal sorumluluk kapsamında sivil toplum kuruluşları
kanalıyla Avrupa Birliği projelerinde ya da Bakanlıkların
ilgili projelerinde yer alabilmektedirler. Öğrenciler tüm bu
imkânlardan yararlanmaları için teşvik edilmeli, kendilerine
bu konularda yol gösterilmelidir.
11. Üniversitelerde öğretim görevlilerinin de sektörleriyle daha
yakın işbirliği kurmalarını sağlayabilecek, mesleki ve teknik
eğitime dönük proje yapabilmeleri için proje destekleri
verilmelidir. Böylelikle öğretim üyesi dışındaki öğretim elemanlarının
ve dolayısıyla da MYO öğrencilerinin, sanayi/
sektör ile işbirliğine dönük çalışmalar yapması sağlanmalıdır.
12. Çoğunlukla başta ekonomik olmak üzere, sosyal ve kültürel
bir zenginlik getirmek amacıyla küçük yerleşim yerlerine
açılan MYO’lar, pek çok ilçenin gerekli alt yapıya sahip olmaması
nedeniyle hem öğrenciye hem de öğretim elemanlarına
cazip ve yeterli gelmemektedir. MYO’ların genelde
üniversitelerin ana kampüslerinin dışında olmaları, öğrencilerin
kampüs yaşantısının sunduğu pek çok sosyal/kültürel
etkileşimden uzak kalmalarına, farklı bölümlerde okuyan
diğer öğrenci arkadaşlarıyla daha az etkileşime girmelerine
sebep olmaktadır. Bu durum öğrenciler üzerinde, daha az
değer verilme duygusuna da neden olabilmekte, okullarını
sahiplenmelerini ve aidiyet duygusunun gelişmesini olumsuz
yönde etkileyebilmektedir.
MYO’ya sahip ilçe ve beldelerde mutlaka başta barınma
ihtiyacını gidermeye dönük çalışmalar yapılmalı, ayrıca
öğrencilerin gerek eğitim gördükleri yerlerde ve gerekse de
ana merkezde sportif, sosyal ve kültürel faaliyetler yapmaları
için projeler geliştirilmelidir.
13. MYO’larda da kalite güvence sistemleri yürürlüğe konulmalı,
eğitim ve öğretimin kalitesi denetlenmeli, sürekli
iyileşme modeli ile MYO’ların eğitim kaliteleri artırılmalıdır.
Böylelikle iş dünyasının gereksinim duyduğu nitelikli eleman
ihtiyacını karşılayan, iş dünyasının taleplerine tatmin
edici düzeyde karşılık verebilen, sürdürülebilir bir mesleki
eğitğim sistemi kurulmalıdır.