Dünya'daki birçok gelişmiş ülke - Amerika Birleşik Devletleri
(ABD), İngiltere, Avustralya - özellikle yükseköğretimin uluslararasılaşma
politikaları çerçevesinde kendi yükseköğretim
sistemlerini Dünya'nın çeşitli bölgelerine hem nitelikli iş gücü
sağlamak hem de kendi ülkelerinin refah seviyelerini artırabilme
noktasında bir rekabet ortamı yaratabilmek adına güçlü bir argüman olarak kullanmaktadırlar. İlk durum özellikle İngiltere
ve çeşitli Avrupa ülkeleri için önemli bir neden iken özellikle
ABD'deki lisansüstü eğitim almak için gelen yabancı öğrenciler
ise ülkenin geleceğinde bilginin ve bilimin gelişmesinde bir kaynak
olarak görülmektedir (Cerna, 2014).
Bu makale kapsamında İngiltere'deki uluslararasılaşma politikaları
ve süreçleri temel alınarak karşılaştırmalı bir değerlendirme yapılacaktır. Bu araştırmada İngiltere yükseköğretim sisteminin
karşılaştırılmaya esas olarak alınmasında iki ana neden
ortaya çıkmaktadır. Bunlardan ilki İngiltere yükseköğretim sisteminin
Avrupa eğitim sistemi ile entegrasyonunun bulunması
ve Türkiye'nin de Avrupa yükseköğretim alanına entegre olmaya
çalışan bir ülke olmasıdır. İkinci temel neden ise, İngiltere
yükseköğretiminin diğer Avrupa ülkelerine göre uluslararasılaşma
politikalarında hem öğrenci sayısı hem de diğer sıralama
ölçütleri bakımından öne çıkan bir ülke olmasıdır.
Değerlendirme sürecinde temel olarak özellikle son yıllarda
uluslararası üniversitelerin sıralamalarını düzenleyen kurumlar
arasında önemli bir saygınlığı bulunan “Times Higher Education
(THE)” eki sıralamaları ve sıralamaya giren üniversitelerin
bu kapsam da uluslararasılaşma durumları, öğrenci sayıları ve
yabancı öğretim elemanı sayıları kapsamında karşılaştırılarak,
devlet ve vakıf üniversiteleri arasındaki fark da ayrıca ortaya
konulmaktadır.
Yükseköğretimde İngiltere ve Türkiye'nin Uluslararasılaşma
Politikaları
Özellikle uluslararası öğrenciler yukarıda ifade edilen ülkeler
içerisinde İngiltere'deki üniversitelerin önemli bir gelir kaynağını
ve buna yönelik bir pazarı oluşturmaktadır (De Vita &
Case, 2003). Buna rağmen, İngiltere yükseköğretim sistemi içerisinde
uluslararasılaşma hiçbir zaman temel bir politika ve yön
çizme anlayışı olarak ortaya çıkmamıştır. Bunun temel nedeni
ise yükseköğretimde temel odak noktasının her zaman eğitim
ve öğretim de kalitenin artırılması ile istihdam edilebilecek
işgücü piyasasının ihtiyacı olan nitelikli işgücünün üretilmesi
sürekli temel hedef ve hazırlanan hükümet raporlarının (“white-
papers”) temel amaçlarını oluşturmaktadır. Bu anlamda
İngiltere yükseköğretim sisteminde uluslararasılaşma, aslında
bu konularda gösterilecek gelişmelerin doğal bir sonucu olarak
görülmektedir.
Bunlara ek olarak bazı durumlarda hükümetler yükseköğretimdeki
çeşitli konulara müdahale ederek, dolaylı veya dolaysız
yoldan uluslararasılaşmada çeşitli politikalarda yön değişimine
neden olabilmektedir. İngiltere'de 2010 yılında iktidara gelen
Muhafazakâr ve Demokratlar'ın özellikle yükseköğretim politikalarında
gittikleri değişim ile birlikte ulusal öğrencilerin üniversite
ücretlerindeki artış ve vize başvurularına getirilen zor
koşullar ile üniversitelere yüklenen sorumluluk da artırılmıştır.
Bu nedenle mevcut hükümetin politikaları ülke içinde son dört
yıllık süreçte eleştirel olarak değerlendirilmektedir (Easton,
2010). Sıkı vize rejiminin temel sonuçlarından bir tanesi de
uluslararası öğrencileri çekmede yaşanan problemler olarak
ortaya çıkmaktadır. Bu durum özellikle Şeremet (2013) tarafından
yapılan ampirik araştırmada da bazı lisansüstü programların
kapanmasına yol açan etmenlerden bir tanesi olarak ortaya
çıkmıştır. Bu durumun en somut örneği, son yıllarda yabancı
öğrencilerin özellikle lisansüstü programlara yaptıkları başvurulardaki
düşüşler ile ortaya çıkmaktadır.
Türkiye'ye bakılacak olursa bu durum tam tersi gibi görünmektedir.
Uluslararasılaşma mevcut olan merkezi ve bürokratik
yapı nedeniyle her üniversitenin kendi stratejisini üretmek
yerine Yükseköğretim Kurulu (YÖK) tarafından belirlenen bir yön gösterme eğiliminde ortaya çıkmaktadır. Bu durumun en
temel göstergesini ise, bu kurum tarafından yayınlanan yol
gösterme raporu (Çetinsaya, 2014) somut olarak oluşturmaktadır.
Ancak bu rapor ortaya çıkarken diğer tartışılması gereken
konuların başında, devletin ülkemize gelen ve eğitim alan kişilerden
ülkelerine dönmek istemeyenler ile ilgili izleyeceği politikalar
gelmektedir. En önemli soruları, YÖK'ün üniversitelere
uluslararasılaşma konusunda tavsiyede bulunurken üniversitelerin
bu süreci nasıl izlemeleri gerektiği, belirli bir sınırın, teşviğin
ve yardımın olup olamayacağı konularının halen muallakta
kalması oluşturmaktadır (Özer, 2012; Özoglu, Gür & Coşkun,
2012).
Uluslararasılaşma, Türkiye'de özellikle Çetinsaya (2014) raporunda
bir temel hedef gibi gösterilmektedir. Diğer alanlardaki
gelişmeler ile paralel olarak yürütülebilirse bu durumun daha
fazla önem kazanabileceği düşünülmelidir. Örneğin, ilginç bir
şekilde ‘uluslararasılaşma stratejileri' ve “internationalism in
higher education” terimleri ile “Google” ve “Bing” gibi arama
motorları aracılığıyla yapılan internet taramalarında sadece üç
üniversitenin (ikisi vakıf ve biri devlet üniversitesi olmak üzere)
bu yönde strateji geliştirdiği ve bunun için bir kurul oluşturduğu
görülmektedir. Bu da özellikle birçok konuda olduğu gibi bu
konuda da yönlendirmenin merkezden beklenildiği veya bir
direktif sonucu girişilmesi gereken bir süreç olarak görüldüğü
şeklinde bir görünüme bürünmektedir. Bu konuda ortaya çıkan
diğer bir çekince de Bologna sürecinin bu stratejilerin odağında
görülmesi durumudur ki, bu da üzerinde durulması ve
yükseköğretimde uluslararasılaşma sürecinden ayrıştırılması
gereken bir durumdur. Bunun temel nedeni Bologna sürecinin
Avrupa Birliği Yükseköğretim Alanı'na adaptasyon ve entegrasyon
süreci olup, çeşitli programlar aracılığıyla kısa süreli hareketleri
içermesidir.
Türkiye yükseköğretim sisteminde özellikle son dönemde ortaya
konulan ‘yükseköğretim için yol haritası' politikası çerçevesinde
uluslararasılaşma, Türkiye'deki yükseköğretim gelişim
stratejisinde üç temel öğeden birisi olarak vurgulanmaktadır.
Bunun en önemli nedenlerinden birisi aynı raporda küreselleşme
ve getirdiği süreçler olarak gösterilmektedir. Bununla
birlikte, Türkiye'nin gelişen ve büyüyen bir ülke olarak (2023
yılında Dünya'nın on büyük ekonomisinden birisi olma hedefi),
yükseköğretimde hem nitel, hem de nicel anlamda yaşanan gelişmeler
ile komşu olduğu ülkeler arasında dikkat çekici bir noktada
olduğu da yadsınamaz. Bunun nedenlerinden biri Irak'ta
yaşanan iç savaş sonucu ortaya çıkan iki farklı bölgesel yönetimin
kendi yükseköğretim sistemlerinin temelini oluşturma ve
bir yeniden yapılanma süreci içerisinde bulunmaları nedeniyle
çok sayıda yetişmiş nitelikli iş gücüne ve öğretim elemanlarına
ihtiyaç duymalarıdır. Ek olarak, özellikle son zamanlarda Suriye
ve yakın çevresinde ortaya çıkan benzer gelişmelerin de bu
doğrultuda ihtiyacı artıran diğer bir durum olmasıdır. Her ne
kadar bölgemizdeki öğrencilerin ve kurumların ilk tercihleri
Anglo-Sakson ülkeleri olsa da bu ülkelere daha önce gönderilen
öğrenciler ve ailelerinin bu ülkelerde yaşadıkları kültürel
ve adaptasyonel sorunlar, öğrencilerin kendilerine kültürel ve
mekânsal olarak daha yakın ülkeleri tercih etmelerine neden
olabilmektedir.
Türkiye'nin özellikle son dönemlerde göstermiş olduğu en
temel gelişmelerden bir tanesi de yükseköğretim sisteminde
yaşanan niteliksel gelişmelerdir. Bu doğrultuda “THE” eki tarafından
yayınlanan Dünya'nın ilk 500 üniversitesi sıralamasına
Türkiye'den 2014-2015 dönemi için yapılan araştırmada altı
üniversitenin sıralamaya girdiği görülmektedir. Bununla birlikte
genç üniversiteler (“top 100 under 50”) sıralamasında ise
yine aynı şekilde yedi üniversite bu sıralamaya girmiştir (THE,
2014). Bu üniversiteler arasında özellikle vakıf üniversitelerinin
göstermiş olduğu somut başarılar görmezden gelinemez. Çok
kısa bir sürelik zaman diliminde Dünya'daki birçok aynı yaştaki
üniversite ile hem araştırma hem de eğitim-öğretim anlamında
rekabet edebilecek hale gelebilmek çok önemli bir başarıdır.
Benzer başarıların aynı yaştaki devlet üniversiteleri tarafından
ortaya konulamadığı da görülmektedir. Türkiye'deki genç
üniversitelere bakılacak olursa bunlar arasında şu ana kadar
benzer başarıyı göstermeye yakın çok fazla üniversite olmadığı
ortaya çıkmaktadır. Böyle bir tablonun ortaya çıkmasındaki
çeşitli sebeplerin başında yüksek orandaki bürokratikleşme ve
merkezileşmiş yapı ile uluslararasılaşma politikalarına çok fazla
yönelinmemesi olabileceği düşünülebilir.
Burada kalite konusunun uluslararasılaşma politikalarından
ayrı tutulması pek mümkün değildir. Bunun en önemli nedenleri
arasında uluslararasılaşma politikalarının temel dayanağının
öğrenci çekmek ve başarılı bir şekilde mezun etmek ve onların
aldıkları bu eğitim ile - Türkiye'de geçirmiş oldukları sürecin -
gelecekte üretecekleri bilgi, sahip olacakları iş ve ülkeleri için
üretecekleri katma değer yer almaktadır. Bu alanda yapılan
birçok araştırmada da (Mazzarol & Soutar, 2002; Maringe &
Carter, 2007; Li & Bray, 2007; Lee & Sehoole, 2014), başvuru
sahipleri tarafından akademik anlamda temel çekici faktörler
olarak üniversitelerin kalite göstergelerinin (özellikle öğrenciler
için iyi kaynaklar, kaliteli eğitim ve tanınan programlar anlamına
gelmektedir) düşünüldüğü belirtilmektedir.
Bu noktalar itibariyle Türkiye'nin uluslararasılaşma politikalarını
kalite konusundaki gelişimiyle birlikte paralel olarak icra
etmesi popülistlikten uzak sürdürülebilir ve kalıcı bir gelecek
için gereklidir. Bunun perçinleşmesi ancak ülkemizin yükseköğretim
kurumlarının öğrenci çekim noktasında olması ve mezun
edilen öğrencilerin aldıkları eğitimi katma değere dönüştürmeleri
ile mümkün olacaktır. Bunun yükseköğretimde sağlıklı ve
sürdürülebilir bir uluslararasılaşma politikası üretilebilmesi ile
sağlanabileceği açıktır.
Yükseköğretim'deki Uluslararası Öğrenci ve Öğretim Elemanı
Sayısı ile “THE” sıralamaları
OECD verilerine bakılacak olursa ABD, İngiltere ve Avustralya,
2003'ten 2010'a kadar olan süreçte uluslararası öğrenci sayılarını
artıran ülkeler olarak göze çarpmaktadır (OECD, 2006;
2010; 2013). İngiltere'de 1990'ların ortaları ile 2013 arasında
yabancı öğrencilerin sayısında yavaş ancak devamlı bir artış
görülmektedir (Şekil 1). İngiltere'de 2013 itibariyle toplam
öğrenci sayısının yaklaşık %20'sini uluslararası öğrenciler, bu
sayının da %51'den fazlasını lisansüstü eğitim öğrencileri oluşturmaktadır,
bu sayı içerisine Avrupa Birliği öğrencileri dâhil
edildiğinde ise bu oran %46,7'lere kadar gerilemektedir (HESA,
2014).
 Büyütmek İçin Tıklayın |
Şekil 1: İngiliz Yükseköğretim Kurumlarındaki Yabancı Öğrenci
Sayılarının Yıllara Göre Dağılımı. |
Türkiye'deki yükseköğretim kurumlarındaki yabancı öğrenci
sayıları ve bu sayının oransal dağılımına bakılacak olursa, 2001
yılında 2870 olan yabancı öğrenci sayısının, 2013 yılı itibariyle
13082'e yükseldiği görülmektedir. Bu durumda yabancı
öğrenci sayısının son 10 yıllık dönemde dört kat kadar artmıştır
(ÖSYM, 2013). Bu Türkiye yükseköğretimi için olumlu bir gelişmedir;
ancak toplam öğrenci sayısı içerisindeki orana bakılacak
olursa bu oranın %1,32 civarında kaldığı görülmektedir (OECD
ortalaması %6.9; Bone, 2008), bu nedenle bu konuda iyi olan
ülkelerin biraz daha gerisinde yer aldığımız ortaya çıkmaktadır.
Özellikle ilk 500 üniversite içerisinde veya genç üniversiteler
sıralamasında ilk 100 içerisinde yer alan vakıf üniversitelerinin
toplam yabancı uyruklu öğrenci sayıları da çok iç açıcı
değildir. Örneğin, Bilkent Üniversite'sinde toplam 186 öğrenci,
Sabancı Üniversitesi'nde 67, Koç Üniversitesi'nde 24 öğrenci
mevcut iken, Ortadoğu Teknik Üniversitesi'nde 1634, Boğaziçi
Üniversitesi'nde 485, İstanbul Teknik Üniversitesi'nde 835,
Ankara Üniversitesi'nde 1600, İstanbul Üniversitesi'nde ise
3031 öğrenci bulunmaktadır (ÖSYM, 2013).
2013 yılı için Türkiye'ye yurtdışından öğrenim görmek için
gelen öğrenciler uyruklarına göre değerlendirilecek olursa,
ilk altı ülke Türkmenistan, Azerbeycan, Afganistan, Almanya,
Suriye ve İran olarak sıralanmaktadır. Yanısıra Türkiye'deki
üniversitelerde 2013 yılında 1703 yabancı uyruklu öğretim
elemanının görev yaptığını söylemek de mümkündür (tüm
öğretim elemanlarına oranı %1.9). Yukarıda ifade edilen sıralamalara
giren üniversitelerimizdeki yabancı uyruklu öğretim
elemanlarının sayılarına bakılacak olursa; Türkiye'deki toplam
üniversitelerdeki yabancı uyruklu personelinin %11'nin Bilkent
Üniversitesi'nde; %10'un İstanbul Üniversitesi'nde ve %4'ünün
Koç Üniversitesi'nde çalışmakta olduğu görülmektedir. Buradaki
en önemli husus özellikle ücret politikalarında serbestlik
sahibi olan vakıf üniversitelerinin, yabancı uyruklu öğretim
elemanlarının %50'den fazlasını bünyelerinde istihdam ettiğidir.
Özellikle YÖK'ün devlet üniversiteleri ücret politikaları üzerindeki
belirleyici etkisi ve devlet üniversitelerine bu konuda esneklik tanımaması, bu durumun en önemli nedenlerinden
bir tanesi olarak görülebilir.
Öğrenci sayıları ve öğretim elemanı sayıları ile üniversitelerimizi
tercih eden öğrencilerin uyrukları birlikte değerlendirildiğinde
durumda bir tezat oluştuğu görülmektedir. Bu durumun,
diğer bir ifade ile öğrenci tercihlerinde devlet üniversitelerinin
ön plana çıkmasının temel nedeni olarak öğrencilerin ekonomik
durumlarının çok iyi olmaması olduğu söylenebilir. Örneğin,
Güney Afrika ülkeleri için yapılan bir araştırmada öğrencilerin
bu ülkede eğitim almayı seçmelerinin temel nedenlerinden bir
tanesi olarak Anglo-Sakson ülkelerine göre daha makul öğrenim
ücretleri olduğu ifade edilmiştir (Lee & Sehoole, 2014).
Ancak, YÖK'ün yabancı uyruklu öğretim elemanlarına uyguladığı
ücret politikası yabancı öğretim elemanı çekme noktasında
kısıtlayıcı olmasına (her ne kadar ilgili yönetmelikte ‘emsal
kadronun altı katına kadar ücret ödenebilir' şeklinde bir ifade
olsa da, pratikte bunun çok fazla uygulanamaması nedeniyle)
yol açmakta, üniversitelere bunu öğrenci ücretlerine yansıtma
konusunda esneklik payı da çok bırakmamaktadır. Bu nedenlerin
özellikle devlet üniversitelerini yabancı öğrencilerin ekonomik
getirisinden faydalanarak uluslararası saygınlığı olan bilim
adamlarını kendilerine çekip yayın üretme ve araştırma-geliştirme
çalışmalarına yoğunlaşma noktasında zayıflattığı söylenebilir.
Bu noktada vakıf üniversitelerinin yerel öğrencilerden
aldığı öğrenim ücretleriyle ve vakıflarının yardımıyla yabancı
öğretim elemanlarını finanse ettiği; bu şekilde de yayın performanslarını,
bilimsel proje ve atıf sayılarını artırdığı düşünülebilir.
Buna rağmen, vakıf üniversitelerinin özellikle ücret politikaları
açısından yabancı öğrenciler için çok da cazip olmadığı
söylenebilir. Mevcut ücretlerle kalitesini kanıtlamış ve ana dili
İngilizce olan bir ülkede eğitim alma imkanının olmasının ve bu
diploma ile daha kolay iş bulabilme ihtimalinin bulunmasının
yarattığı çelişki içerisinde kalan yabancı uyruklu öğrencilerin bu
ülkeleri tercih ettiği de söylenebilir. Bu nedenle yabancı öğretim
elemanı sayısında çoğunluğa sahip olan vakıf üniversitelerinin,
yabancı öğrenci istihdamı konusunda başarı sağladığını
söylemek ise pek doğru olmaz.
Özoglu, Gür ve Coşkun (2012) tarafından da ifade edildiği gibi,
Türkiye'ye gelen öğrencilerin kalitesi ve sahip oldukları akademik
yeterlilikler de sayı ile birlikte sorgulanması gereken
özelliklerin başında gelmektedir. Özellikle gelişmiş ülkeler kendilerine
başvuruda bulunan öğrenciler arasından en iyilerini
seçerken, Türkiye'nin “ne olursa olsun, yeter ki gelsin” politikasının,
uzun vadede üniversitelerimizin gelişmelerine katkı
sağlamayacağının vurgulanması gerekmektedir. Atalar (2013)'
a göre iyi öğrencilere sahip olmaları Bilkent Üniversitesi'nin
başarısının altında yatan faktörler arasındadır; ancak buradaki
yorumun yerli öğrencileri de kapsadığı belirtilmelidir.
Benzer bir durumun Türk öğrenciler için de geçerli olduğu ifade
edilebilir. Yabancı ülkelerdeki yükseköğretim kurumlarıyla
ülkemizdeki kurumların ücret farkının azalması nedeniyle her
yıl daha fazla öğrenci yurtdışındaki yükseköğretim kurumlarını
tercih etmektedir. Bu da özellikle hem ülkenin kaynaklarının
hem de yetenekli beyinlerinin yurt dışına kaçabilme ihtimalini
arttırmaktadır. UNESCO verilerine göre, 2003-2004 eğitim-öğretim döneminde yurt dışında okuyan Türk öğrenci sayısı
yaklaşık 19 bin iken, 2014 yılında 50 bin civarında bulunmaktadır.
Bu öğrencilerin eğitimi için harcanan para olarak beş milyar
Türk Lirasının yurtdışına çıktığı tahmin edilmektedir (ntvmsnbc.
com, 2014; Karaboğa, 2013).
Bilkent Üniversitesi Rektörü Atalar (2013) “THE” ekine verdiği
röportajda özellikle üniversitesinin göstermiş olduğu hızlı
yükselişin temel nedenlerini üniversitesinde bulunan yabancı
uyruklu öğretim elemanlarına ve yurtdışı doktoralı öğretim
üyelerinin performanslarına bağlamaktadır. Özellikle uyguladıkları
rekabete ve performansa dayalı atama ve yükseltme
sistemlerini de, başarılarının temelinde yatan nedenler arasında
sıralamaktadır.